Fotoğraf Çekerken Işık Kaynaklarının Renk Isısı ve Fotoğrafa Etkileri
Işığın, bir nesneden yayılan/yansıyan ve boşlukta veya saydam ortamlarda dalga biçiminde yol alabilen elektromanyetik enerji olduğunu yukarıda açıklamıştık.
Işık olmayan bir ortamda renkler varlıklarını sürdürürler ama görülemezler. Yani renk birçok yönüyle ışığa muhtaçtır. Renk olgusunun bir ışık olduğu şöyle kanıtlanabilir: Günışığında beyaz olarak görülen bir yapı, kapalı mekânda veya gece, kırmızı renkli ışık kaynakları ile aydınlatıldığında kırmızı olarak gözükür.
Renk, ısının yükselmesiyle değişime uğrar ve çeşitlenir. Isı yükseldikçe önce donuk kırmızı bir renk gözlenir, zaman geçtikçe bu renk turuncu ve sarıya dönüşür. Renkteki bu değişim Kelvin derecesiyle ölçülmektedir. Kelvin “K” harfi ile gösterilmektedir Işıktaki renk dengeleri, renk ısısı kavramı ile açıklanır. Isıya göre artan veya azalan renk farkının derece olarak ölçülmesi de doğaldır.
Düşük renk ısısına sahip ışık daha çok kırmızı dalga boyu içerirken yüksek renk ısısına sahip ışık ise daha çok mavi dalga boyu içerir. Günışığının (öğle vakti bulutsuz gökyüzü), renk ısısı derecesi 5500 K’dir. Bu renk ısısına dengelenmemiş bir renkli film kullanıldığında doğal olmayan renkler elde edilecektir (kırmızı veya mavi renge kaçan sonuçlar vb.)
Bu renklerin yansımasını sağlayan moleküller pigmentlerdir. Yani her maddenin yansıttığı renk, kendisini oluşturan pigment moleküllerine bağlıdır. Her pigment molekülünün atom özellikleri farklıdır. Daha açıkçası bu moleküllerdeki atomların sayısı, çeşidi ve dizilişleri farklıdır. Birbirlerinden bu şekilde farklılaşan pigmentlere çarpan ışık, farklı renk tonlarının yansımasına neden olur.
Işık, bir objenin görünmesini sağlar. Kaynaktan çıkan bir ışık kümesi objenin üzerine düşünce, buradan yansıyarak gözümüze ulaşır. Böylece biz objeyi görürüz. Obje üzerine düşen ışığın bir kısmı yansır, bir kısmı obje tarafından yutulur ve bir kısmı objeden kırılarak geçer. Objeden yansıyarak gelen ışın, objenin rengini verir. Eğer objenin rengi gelen ışın demeti içinde yoksa obje karanlık (tam siyah) olarak görülür. Fotoğrafçılıkta tüm renkleri içinde bulunduran beyaz flaş ışığı veya güneş ışığı kullanılır.
Cisimler ısıtılınca elektromanyetik enerji açığa çıkarırlar.
Cisimler ısıtılınca elektromanyetik enerji açığa çıkarırlar. Isının yüksek olması durumunda enerjinin bir bölümü üzerindeki renklerle görülebilir. Atmosferi geçerek müthiş bir hızla yeryüzüne ulaşan ışık yeryüzündeki maddelere çarpar. Işık sahip olduğu dalga boyu sayesinde bu hızla maddelerin atomlarına çarptığında renkleri oluşturacak dalga boylarına ayrılır. Bu dalga boyları çevremizdeki objeler üzerine ulaşarak gözümüzün cisimleri seçmesi
sağlanır. Ayrıca kullandığımız elektrik kaynakları da ısıtılınca enerji açığa çıkararak gözümüze farklı renkleri ulaştırırlar. Basit bir örnek verecek olursak; elektrik ocağındaki ısıtıcıyı ele alabiliriz. Ocak çalıştırıldığında elektrik enerjisi ısıya çevrilir ve maddenin yapıldığı elementin ısısı yükselir. Önce elementten bir ısının yayıldığını hissetmek doğaldır fakat ışık görülmez.
Çevremizdeki renkleri beynimiz çoğu kez, olması gerektiği gibi algılar. Örneğin; beyaz bir gömleği hem yapay ışıkta, hem de gün ışığında beyaz olarak görürüz. Aslında yapay ışık kaynaklarını oluşturan tungsten ev lambaları günışığına oranla daha fazla kırmızı dalga boyu, daha az mavi dalga boyu içerirler. Cisimler, üzerine gelen ışığın tonu ve ısısına göre tepki verir.
Bu sonuca göre şöyle de söyleyebiliriz: Aslında cisimler renksizdir. Cismi oluşturan moleküller; üzerine düşen ışığın içerdiği şiddete göre çevresine yaydıkları tepkiyle renklenirler. Böyle olunca yapay ışık kaynağı altındaki beyaz bir gömlek daha çok kırmızı renk yansıtmaktadır. Bu tür farklılıkları en iyi renkli film duyarkatlarında görebiliriz.
Bir prizmaya gelen beyaz ışık, içinde barındırdığı farklı dalga boyları nedeniyle her dalga boyu için farklı bir kırılmaya uğrar. Bu olaya dispersiyon (gökkuşağı) denir.